Şantiye Dergisi 380. Sayı (Mart-Nisan 2020)
Biz insanlar, akıllı, son derece zeki, hassas ve bunu başarabilecek yetenekteyiz. Sadece bu paradigma değişimini gerçekleştirmeye ni- yet etmemiz gerekiyor. Endüstri Devrimi so- nucunda ne yazık ki yeterince akıllı olmayan ve çılgınca tüketimi hedefleyen, döngüsellik- ten uzak, yanlış bir tasarım sonucu, yanlış bir sistem inşaa edildi. Bu sistemi sürdürülebilir kılmak pek akıllıca değil... Örneğin günümüzün baş belası PET (polieti- len tereftalat) 1941 yılında DuPont’ta çalışan bir kimyager tarafından üretildi ve 1973 yı- lında başka bir DuPont bilim insanı PET şişe- nin patentini aldı. Çok hafifti, güvenliydi, ucuz- du ve geri dönüştürülebiliyordu. Coca Cola ve Pepsi 1978 yılında ilk PET şişeyi lanse ettiler. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. Günümüzde her yıl en az 12 milyon plastik su şisesi okyanuslara karışıyor.Bir PET şişenin do- ğada yok olması en az 450 sene; ki bu sadece bir öngörüden ibaret. Bunu bilmemiz çok zor, çünkü PET şişe ile geçmişimiz sadece 47 yıllık! Bugün daha korkunç bir gerçekle karşı karşıya- yız. Yok olmak ne demek? Gözle görünmez bir hale gelmek mi? Plastik şişe gerçekten doğa- da yok oluyor mu? Mikro, yani 0,5-5 mm ara- sı ve daha da kötüsü nano, yani mm’nin 10-6sı kadar veya bir alg hücresinden 1000 kat daha küçük parçacıklara parçalanabilmesi... Nanoplastiklerle ilgili bilimsel araştırmalar çok yeni... Bunlardan birinde tek kullanımlık plas- tik kahve bardaklarının stiren plastik hammad- de bazlı tutacaklarının UV ışınımı ile nanoplas- tiğe kadar parçalanabilirliği gözlenmiş. Nano boyuttaki parçacıkların bağırsak duvarlarımız- dan geçmesi ve bağışıklık sistemimize verdi- ği zararlar üzerine ürkütücü bir çalışma ol- muş (Kaynak: Nanoplasitc Impact on Human Health-A 3D Intestinal Model to Study the Interaction with Nanoplastic Particals,Roman). Kısaca PET şişeler toplanıp, farklı amaçlar için (tekstil, çanta, bot vb.) yeniden dönüştürülme prosesinde dahi mikroplastik ve nanoplastik- ler atıksu ile doğaya karışıyor. Bundan daha kötüsü, giydiğimiz spor kıyafetleri de petrol türevi plastiklerden üretiliyor ve doğaya sa- lınan mikroplastiklerin en büyük kaynağı bu akrilik elyaftan üretilen polar vb. kıyafetlerin çamaşır makineleri aracılığıyla yıkanması so- nucu su kaynaklarına salımı. Ayrıca araç lastikleri de aşınarak büyük oran- da mikroplastik oluşturuyorlar. Onlarca kimya- sal, toksik madde üretim süreçlerinde her gün kullandığımız, giy- diğimiz malzemele- rin hammaddelerini oluşturuyor. Bunlarla temas ederek vücu- dumuza alıyoruz. Peki biz bu döngüleri kırmak için ne yapabi- liriz? Bu konularla ilgili okumalı, bize ve çev- remize zarar veren hammaddeler ve ürünler hakkında bilinçlenmeliyiz... Yediklerimizde, içtiklerimizde, giydiklerimizde atık oluştura- cak seçimlerin yerine alternatiflerini koyma- lı ve kendimizi sürekli olarak geliştirmeliyiz. Örneğin yanımızda kendi suyumuzu çelik, ko- rumalı cam veya bioplastikten üretilmiş ter- moslarda taşımalıyız. Elbette yolda yürürken, dışarıda suyumuz bittiğinde ne oluyor? Gidip bir marketten plastik şişede su alıyoruz... Oysa meydanlarda,metro ve metrobüs duraklarında mataralarımız için su dolum otomatları kurul- sa güzel olmaz mı? Özellikle tekstil ürünlerinde marka ve tüketim çılgınlığına bir son vermeli, sadece gerçekten ihtiyacımız olanı almalı ve uzun süre kullanma- lıyız. Tüketmek yerine kendimize yatırım yap- mayı seçmeli,dünyayı daha yaşanılabilir bir yer kılmak için sürekli üretmeyi hedefleyerek dur- madan merak etmeli, araştırmalı, okumalı, dü- şünmeli ve eyleme geçecek şekilde yola ko- yulmalıyız. Şebnem Aybige Şener 41 MART-NİSAN 2020 GÖRÜŞ
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=