Şantiye Dergisi 387. Sayı (Mayıs-Haziran 2021)

yüme evresine girmişti. Uluslararası projeler kazanmaya başlıyor ve bu vesileyle uluslararası camiada tanınırlık ka- zanıyorduk. Bunda tabii İngiltereli bir mimar olmamın da etkisi vardı. Londra’dan çıkan bir mimar olarak Avrupa ve dünyanın her yerinde değerin çok farklı oluyor, dünyanın her yerinde sözün dinleniyor. O süreçte doğu Avrupa’da çok iyi işler çıkarmıştık...” İstanbul ve URBANISTA “Türkiye’de, özellikle İstanbul’da iş yapma fikri ise 2000’lerin ortalarında yoğunlaşmaya başlamıştı. 2007’de Markus Lehto’yla birlikte, büyük ölçekli kentsel projeler- de stratejik düşünme hizmeti sağlayan gayrimenkul da- nışmanlık şirketi URBANISTA’yı kurmuştuk... O sıralar Avcı Architects olarak Londra’da devamediyorduk fakat bir İtal- yan yatırımcı bizden İstanbul’da bir gayrimenkul danış- manlığı hizmeti talep etmişti. O dönemlerde gayrimenkul danışmanlığı mimarlık dışında benden çok talep edilen bir hizmetti. Sevdiğim ve ilgilendiğim bir iş olduğundan, gayrimenkulün nasıl işlediğini anlayan bir mimar olarak işverenlerin de bana yakınlık hissetmesine imkan tanı- mıştı. Nadir karşılaşılan bir işti bu aslında... Yatırımlarla ilgili gelen bu tip sorular arttıkça konuya daha da odak- lanmış ve bir inşaatın en başında konuya dahil olmaktan zevk almaya başlamıştım. Özellikle Türkiye’deki mimarla- rın pek ilgilenmedikleri, kazma kürek başlamadan önceki ilk evreler yani... Yatırımcının gözündeki ilk kıvılcım bana enteresan geliyordu. O his ve heyecanı ben de yaşamaya başlamıştım. Dolayısıyla o süreçte bu işi Londra’daki Avcı Architects’ten ayırıp URBANISTA adıyla İstanbul’da gay- rimenkul danışmanlığı hizmetine de odaklanmıştık. Mi- marlık ofisiyle tasarımlar yaparken URBANISTA ile farklı bir hizmet sunuyorduk...” İstanbul’da yerleşik bir hayata geçmeye karar verdik “Bu kapsamda işveren bizi iki türlü kullanmaya başla- mıştı. İlkinde yatırımla ilgili, ikinci aşama ise, asli işimiz olan arazinin mimari projelendirilmesiyle ilgili. O vesiley- le birçok projemiz oldu. Ve işler daha çok o açıdan gelme- ye başladı. URBANISTA Türkiye’de de bir tanınırlık yarattı. Bu kapsamda Türkiye’de daha fazla vakit geçirmeye baş- layınca ve mimarlık çerçevesinde talepler gelince Londra merkezli Avcı Architects’in bir ayağını Türkiye’de açmaya karar verdik. Fakat zaman içerisinde İstanbul’u çok sevip, burada daha çok vakit harcamaya başlamamla Londra’ya gidip-gelmeleri daha seyrekleştirip, İstanbul’da daha yer- leşik bir hayata geçmeye karar verdim...” İstanbul ile bir aşk yaşamaya başlamıştım “O kadar yıl yurtdışında yaşadığımdan aslında Türkiye’yi çok özlediğimi fark ettiğimbir dönemdi. Türkiye çok da bil- mediğim, tanımadığımbir ülkeydi. O geç çağda İstanbul ve Türkiye ile bir aşk yaşamaya başlamıştım. İstanbul’da vakit geçirmek hoşuma gidiyordu. Türkiye’de işlerin de çoğal- ması ve hemen ardından tümdünyadan kendini derinden hissettiren 2008-2009 krizinde Londra’daki işlerimizin çok büyük kısmının iptal edilmesi nedeniyle, özellikle Doğu Avrupa’da devam eden işlerimizi Türkiye’den yürütme ka- rarı almıştık. Ama yine de Londra-İstanbul arası sık gidip- gelmelerim devam ediyordu. İngiltere’yi de hiçbir zaman bırakmadım, bırakamadım. Bir ofisimiz de orada devam ediyordu fakat son 12 ayda yaşanan pandemi nedeniyle Londra’daki iş akışları tamamen durakladı. İngiltere’nin ve tüm dünyanın durumu ortada...” Londra - Ljubljana ve İstanbul arasında mekik dokuyordum “Aslında ondan çok önce de, 1998 senesinde aile evimizi, eşimSanja Jurca Avcı’nınmemleketi Slovenya’nın başkenti Ljubljana’ya taşımıştık. O yıllarda Londra bize boğucu gel- meye başlamıştı. Londra dışında, yeşil bir alanda, tabiatı yaşayabileceğimiz bir yerde yaşamak istiyorduk. Bu esna- da Londra’nın trenle iki saat mesafedeki kırsalına gidip gelmektense hepten radikal bir karar verip Ljubljana’ya taşınma kararı almıştık. Uçak biletlerinin de özellikle er- ken rezervasyonla tren biletlerinden daha ucuz bir hale geldiği yıllardı. Dolayısıyla seyahat etme probleminin ma- liyet olarak problem olmadığı bir dönemdi. Ljubljana ise Alplerin eşiğinde, Adriyatik’e yakın yeşil, tarihi bir kentti. Ljubljana’ya taşınmamızın ardından Londra-Ljubljana ara- sında her hafta mekik dokuyordum. Perşembe akşamları Ljubljana’ya gidip, pazartesi sabahları da Londra’ya dönü- yordum. Bunu da altı aylık bir süreci öncesinde planlayarak, biletleri öncesinde ucuza alarak yapıyordum. Her Perşem- be çok da düşünmeden kendimi uçağa atıyor, hafta sonu- nu Slovenya’da geçirip, kendimi resetleyip, sonra tekrar Londra’ya dönüyordum. Londra gibi yoğun bir şehirden, doğanın içerisindemuhteşembir şehirde hafta sonunu ge- çirmek hakikaten çok zevkliydi. 2006 senesine kadar da bu süreç devametti. Ondan sonra İstanbul da araya girdi ve o mekik üçgen oldu; Londra- Ljubljana ve İstanbul...” Hala turist gibiyim “Türkiye’de aslında hala turist gibiyim... Yeri yurdu ol- mayan, göçebe gibi hissediyorum kendimi. Bu durumdan da hoşlanıyorum ama iyi ki ayaklarımı sağlam bastığım evim, ofisim, The Circle gibi yerler var. Türkiye ile ilk iliş- kilerim ve Türkiye’de ilk tanınırlığım 2000’li yılların son- larında konferanslarda başlamıştı. Yarışma başarılarım Türkiye’de de duyulmuş ve dergi röportajları ses getirmişti. Türkiye’de popüler hale gelen sürdürülebilirlik, yeşil bina konuları nedeniyle konferans ve toplantılara davet edili- yordum. Katıldığım yarışmalar da vardı. Mesela TOKİ’nin Kayabaşı’ndaki ilk master plan yarışmasında eş birincilik ödülü almıştık. Ekoloiik yaşamın doruk noktasını anlatan bir tasarımdı...” 84 MAYIS-HAZİRAN 2021 PORTRE & RÖPORTAJ

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=